| M. 
 Selami ÇEKMEGİL MATEM Mİ, KUTLAMA 
 MI?.. (
 YahutMehmet Akif mi, Celadettin-i Rumi 
 mi?) 
 
 Biz MÜSLÜMANLARIN geleneÄŸinde ÖLÜME MATEM YILDÖNÜMLERİ  
YOKTUR ama DOĞUMU KUTLAMAK vardır:  İnsanlığın ufku sevgili 
 Peygamberimiz Hz.Muhammed’in  her yıl doÄŸum  
(mevlid kandili) şenlikleri ni yaparız 
 da , ölüm yıldönümü törenlerini yaptığımızı hiç gören olmuÅŸ  
mudur? Asla!.. 53 yaşındayım, ben hatırlamıyorum. Çünki  
bizde aslolan hayattır; ölüm deÄŸil. Ölüm belki bir yeni doÄŸum, belki Mevlana’da olduÄŸu gibi bir “ÅŸeb-i 
 arus ”tur. Çünkü mü’min, ölümle her nefsin geçeceÄŸi bir kapıdan geçerek 
 ölümsüzlük sırrına erer. Biz ölmeden önce ölenlerden deÄŸil,  
ama  belki ölümle ölümsüzlüÄŸe ve inÅŸallah, Allah’ın lutfuyla bitimsiz 
 mutluluÄŸa erenlerden oluruz. “Bizde güneÅŸ tutulur, yas tutulmaz./ Bizde 
 düÅŸman insan deÄŸil, fikirsizliktir.”  
             
Ama ne hikmetse, biz de, aralık ayına gelince, her yıl Mevlana 
 Hazretleri’nin ölüm yıldönümü sebebiyle “ihtifal” (anma töreni) yapıyor; 
devamlı  dönme egzersizlerine sempatiyle bakıyoruz. Oysa ki bizde 
aslolan virajlı  da olsa hak bir çizgi üzerinde daima ileriye doÄŸru yürüme 
olmalıydı... Bize  çizdikleri sınırlar içinde devamlı dönme ameliyesi 
yaptıranların merhale  katetmemizi engelleme niyetini farketmeliydik, 
ama ne yazık,  farkedemedik ve bu günlere geldik.  Åžimdi artık sadece Mevlana ihtifallerinde deÄŸil bütün yıl bazan  
şaşkınlıktan, bazan acıdan, bazan da sıkıntıdan, ne yapacağını bilemez halde, 
 dönüp duruyoruz iÅŸte... 
 Ama dikkat ederseniz Mehmet Akif Hazretleri’nin –  
adına ölüm yıldönümü de deseniz- ebediyete irtihallerinin hatırlandığı  
tarihlerde matem tutulmuyor, döÄŸünülmüyor. Ölümüyle hatırlasak da biz 
 onu, kendi diriliÅŸimiz için, toplumumuzun yeniden hayat bulması ümidini 
 tazeleyen bir vesile olarak algılıyoruz. Bakmayın siz bazı  
arkadaÅŸlarımızın bu tarihte Tacettin Dergah’ına giderek dirilerinden 
 esirgedikleri “fatihalarını”, Mehmet Akif’in ruhuna “hediye etmelerine”.  
Bakmayın siz onun “Hele Kur’an, inmedi ne mezarlıkta okunmak, ne de 
 fal bakmak için” demesine raÄŸmen kendi dirilerine 
 Kur’an’ı unutturanların onun ölüsüne Kur’an “tilavet” (yüksek sesle Kur’an 
 okuma) etmelerine, (ya da heykelini dikmelerine)... Mehmet Akif -her 
anılışında-  Safahat’ıyla, adıyla, ahvadıyla bize hep Kur’an’ı hatırlatıyor. 
Bundandır  Müslüman geçinen nice mistiklerin bu büyük mücahidi unutturma 
gayretleri ve onun  mesajına duyarsızlıkları... Mehmet Akif : “ Ey 
dipdiri meyyit,  davran, iki el bir baÅŸ içindir” diye bize hayat 
vermeye  yöneliyorsa da, diriliÅŸ, dıştan enjeksiyonla bir 
bünyeye  enjekte edilecek bir iksir olmaktan çok: içten, bünyeden 
fışkıracak bir  dinamizmdir. Onun için Mehmet Akif’in 
“Yeter Allah için  olsun artık uyanın” çaÄŸrısını Necip 
Fazıl “siz hayat  süren leÅŸler!... Sizi kim 
diriltecek” diye hakarete  dönüÅŸtürmüÅŸtür. Necip Fazıl’a 
göre artık leÅŸ olanlar, Mehmet Akif’e  göre, uyandığında yeniden cihanı 
titretecek olan bir devdi. Mehmet Akif  ümitsizliÄŸi küfürle eÅŸ 
tutmuÅŸtu. Ama, diriden esirgedikleri fatihayı  ölüye okuyan bu camiaya, 
“Tacettin Dergahı”nda okunan Akif’in ÅŸiiri netsin?...   
             Fakat  
bu kapı ümitsizlik kapısı deÄŸildir diyor, Mevlana. Gel, 
 diyor -benim yorumumla- yine 
 gel... Tevbeni bin kere bozmuÅŸ olsan da yine gel. KiÅŸi, son nefesini 
 verinceye dek, ummak mevkiindedir. KiÅŸi, son nefesini verinceye dek, 
 tevbe ederek, pislikten temizliğe, aptallıktan akıllılığa, şirkten tevhide, 
 günahtan sevaba, kendine ihanetten Allah’a itaate yönelmek konumunda 
olduÄŸu gibi, mü’minler de herkesi hep kurtuluÅŸa çekme, hep ebedi 
 mutluluÄŸa yönlendirme konumunda olacaklardır. Ve 
diyeceklerdir ki: “Gel, ne olursan ol, yine gel!.. Tevbeni 
 bin kere bozmuÅŸ olsan da yine gel.”  Ama artık onu bozma, hakta 
 sabit kadem olmak üzre gel... O güzel halini bozmamak üzre yine 
 gel..
 Ne 
 gerek fazla söze. Ben size bu vesile ile bu iki büyük insanın bizi düÅŸündürmesi 
 gereken fikirlerini getireceğim. Ola ki faydalanırız, derlenip toparlarınız 
 diye. İşte size bu iki büyük hayat adamından, önce ÅŸanlı İstiklal Åžairi’nden 
 bize yönelik çok net, çok yalın ve çok sarsıcı bir fikirler demeti; çok sade 
bir  durum tespit raporu.. Bu raporu M.Said Çekmegil’in  “Kur’an’a 
 Muhatap Olmak” kitabından aynen aktarıyorum. Diyor ki Koca 
 Akif:
 
 “acaba bu düÅŸüÅŸün sebebi bu inhitatın(gerilemenin)  illeti ne 
 olabilir?”
             
“İslam’ın en birinci teklifi ilim deÄŸil midir?” Dünya’da maarifle, din de 
 maarifle, ahiret de maarile.. kaim” deÄŸil mi? Gel gör ki bu esasa, temele hiç 
 bakmadık.”
             
“Müslüman’lık namına bizde ancak birkaç gösteriÅŸ kalmış. Alt tarafı  
bilerek bilmeyerek kabul olunmuÅŸ BİR YIÄžIN BİD’AT.”(sonradan türeyen  
ÅŸeyler)             
“Hayatı mücahede  içinde geçenler için mevcut olmadık nimet, manasız bir 
 tevekkül ile atıl yaÅŸayanların ise mahkum olmayacağı zillet yoktur.”             
“Din iÅŸini taklit ile kaim bilmenin günahıdır ki, nesilden 
 nesile birer ikiÅŸer BİD’AT ,  üçer beÅŸer HURAFE miras ola ola bugün 
 akaidimiz, taatımız, muamelatımız (iÅŸlem)  adeta hurafat mecmuası, bid’at 
 yığını haline gelmiÅŸ! Din’in aslını kolay kolay tahattur (hatırlama) 
 bile edemiyoruz... Dini taklit, dünyası taklit., adatı taklit, 
kıyafeti  taklit, selamı taklit, kemalı taklit, hülasa (kısacası) herÅŸeyi taklit 
olan bir  milletin efradı da insan takliti demektir ki (bunlar) kabil değil, 
hakiki bir  heyeti ictimaiyye (vücuda getirmez; binaenaleyh yaÅŸayamaz. Onun için 
önce  mukallitlikten (taklitçilikten) ve göreneklere tapmaktan kurtulmak 
lazımdır."  Çünkü: “Körü körüne taklid edenleri.. Cenab-ı Hak, velev 
azar ile olsun,  hitabına layık görmüyor.”             
“...Üç beÅŸ uydurma hadis ile sekiz on ÅŸe’ni masaldan baÅŸka sermayeyi marifet 
 edinememiÅŸ ümmi vaizler kürsilere tasarruf edilenden beri milleti merhume dini 
 umacı hey’etinde, hazreti peygamberi’de – haÅŸa- yeniçeri aÄŸası fıtratında 
 tahayyül ( hayal etmeye) etmeÄŸe baÅŸladı! İslam’ın o pak,o nezih, o 
İlahi  siması bir çoÄŸumuzun hayalinden silinip gitti.”             
“Nebi’ye atfile binlerce herze 
 uydurduk!             
  O hali bulduki cür’et:”yecuzu fi’t–ter gibi..”             
 Karar’ı erzeli fetva kesildi!.. Hem ne garip,              
  Hadisi vazediyorken sevab uman bile var!             
  Cihanı titretiyorken nida-yı Men Kezebe...             
 Ä°ÅŸitmiyor mu, nedir bir bakın ÅŸu biedebe:             
  Lisan-ı Pak-ı Nebi’den yalanlar 
 uyduruyor;Sıkılmadan 
 da “sevab iÅŸledim” deyip 
 duruyor!”
 
 Bütün bunlar ve “Müslümanların kayıp gittiÄŸi uçurumlar hep tefrika (ikilik) 
 yüzünden açılmış o tefrikayı ise bütün azgınlıklar, Evamiri İlahiyyeye 
 alakasızlıklar meydana getirmiÅŸtir.”
 
            
“EÄŸer aklımızı başımıza almazsak, eÄŸer kitabımıza dört elle 
 sarılmazsak; eğer aramızdaki nifaklara, şikaklara son vermezsek; eğer 
 Müslümanlıkta tembelliÄŸin, meskenetin (beceriksizlik) haram olduÄŸunu anlamak 
 istemezsek; eÄŸer bu dini mü’binin cehil ile payidar olmayacağına kalbimizin 
 bütün samimiyetiyle iman etmeksek; eÄŸer bütün kuvvetimizle düÅŸmanlarımızdan 
daha  kuvvetli olmaya çalışmazsak; eÄŸer memleketimize Batı’nın rezaleti yerine 
 fennini, sanatını sokmazsak ne olacağız bilir misiniz? Allah korusun 
milletlerin  maskarası, Müslüman’lığın yüz karası!”             
Hz.Ali (r.a.) “Hakkı hakikatı bir takım adamlarla kaim bilme. 
Evvela hakkın ne olduÄŸunu öÄŸren ki ehlini de tanıyabilesin”  
buyuruyor. Biz Müslümanlar hak ile batılı birbirinden ayırmak için 
 söyleyene deÄŸil, söylenene baktığımız, ÅŸahsı deÄŸil, sözü tattığımız devirlerde 
 cihanın en yüksek milletiymiÅŸiz. Sonraları ortaya sürülen fikirlerdeki 
 istikamete, yahut sakamete (yanlışlığa) kendi mücahedemizle, kendi 
 ictihadımızla, hükmedebilmeyi uzun bir iÅŸ görmüÅŸüz de onun için bütün 
 kanaatlerimiz, bütün hareketlerimiz mukallitlikten (taklitçilikten) ibaret 
 kalmış... Kimi yoklasanız; mutlak ehli hak tanıdığı mahdud (basit) iki adamın 
 fikrine mümaÅŸaat eder (ayak uydurur) bulursunuz... TAKLİDİN bu derecesi size 
 demin (yukarıdan beri) söylediÄŸimiz( çok kötü) vaziyetin devamına en büyük bir 
 sebep oluyor ki, biz bu sebebi kaldıramazsak kıyamete kadar yüzyüze gelip de 
 milletin memleketin hayrı için hasbihal (gönüllülük) edemeyeceÄŸiz!..” Hep 
 cehaletimiz yüzünden, ÅŸimdiye kadar birbirimizi anlamadık, hala da anlamıyoruz. 
 İşte bu hal, şu menhus (uğursuz) felaketi başımıza getirdi... Şikayet etsek 
 cevap hazır: Namazımı kılıyorum, istiÄŸfar (tövbe) bol bol. Zekat onu da iÅŸte 
 hiyle-i ÅŸer’iye ile filan yoluna koyduk Hacca daha gidemedim, fakat hizmetçiyi 
 bedel gönderdim. Gitti geldi, Allah kabul etsin. Evin kapısını geçende en koyu 
 yeÅŸile boyattım. Vaktim oldukça Müslümanların haline acıyorum. İşte 
 bizim sofular böyle söylüyor. Ey Müslüman! Artık Allah için olsun uyanınız, 
 duracak zaman deÄŸil...”
 İşte bu espri ile cari olaylar içinde -aktüel ve ulaşılması en 
 kolay- ışık tutucumuz bize elbetteki İstiklal ÅŸairimiz Mehmet Akif 
 merhum 
 gözüküyor.
 
 Ama hazreti Mevlana’yı da farklı bir espri içinde görmemiz için illa ki  
 bir zaruret mi var? O ise aslında, net bir ÅŸekilde, belki de Åžeb-i  Arus 
 vesilesiyle kendine ihanet edenlerden duyduğu ızdırabı dile getiriyor.  
O’nun olarak yagın ÅŸu enfes 
dörtlüÄŸünü size sayın  Bülent Ecevit ‘in 
 kelimeleriyle sunacağım. Diyor ki sayın Ecevitin 
ifade  tarzı içinde Hz. Mevlana:
             
“Canım tende oldukça Kur’an’ın kölesiyim,             
  O seçkin Muhammed’in  yolunda ölesiyim.             
  Her kim, bu sözden baÅŸka bir söz söylerse benden, 
            
  Hem ondan üzülürüm, hem o sözü 
 diyenden(**)
 
 |
 | Yazar Afra açık 2010-12-21 19:53:52 Selami amca elinize, yüreğinize sağlık.Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş.
 | 
 Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.
 Powered by AkoComment 2.0! |