To the point: Russia, China and India are now setting the global capitalist agenda
By Edmond Warner
Last Updated: 10:43pm GMT 27/12/2006
Emerging markets often seem like Peter Pan, financial children destined never to grow up. Just when they seem to reach maturity, a shock, a scandal or a crisis blows up like the temper tantrum that is the indelible mark of infancy. Some, though, are now coming of age, and with all the swagger of young adults.
As is typical in a global bull market, the strongest performing stock markets in 2006 have been in the secondary and tertiary financial centres. Robust economic growth and low interest rates around the world have encouraged a surge of investment capital into markets in Latin America, Asia and eastern Europe.
Such investment is, of course, replete with risks. It is the nature of a bull market, though, that these risks are swept into a darkened corner. The frenzied beating of hearts prevents cool reflection as surely as a neighbour's New Year rave.
advertisement
The past year has been framed by reminders of the dangers of immature financial systems. In January, Iceland's markets plummeted as investors awoke to the risks of overheating in this heavily indebted, tiny economy. Mysteriously, Icelandic businesses had found the wherewithal to make very substantial acquisitions overseas, notably in Britain.
Hemşehrim olan öğretmen Sıddık DEMİR’in “Dirgen Ali” adlı kitabı Berikan Yayınları’ndan Şubat 2006’da çıktı. Kitabı heyecanla okudum. “Dirgen Ali”, Demir’in son kitabı. Demir’in daha öncede “Afşinli Derdiçok”, “Gündemden Kesitler”, “Ankara Gönül Erleri” kitapları çıkmış.
“Dirgen Ali” tarihi roman türünde bir kitap denilebilir. Zira Dirgen Ali, Kahramanmaraş Afşin’in (eski adıyla Norşun) yeni adıyla Altunelma Kasabasında yaşamış ve ölmüş bir kişi. Dirgen Ali’nin yaşadığı dönem; Osmanlı’nın son yılları, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı ve 1960’lı yıllar. Demir romanında, o dönemlerden kesitler sunmakta.
Dirgen Ali, Aşık Mahzun-i Şerif’in türkülerine konu olmuş, destanlaşmış bir kahramanlık öyküsüdür. Dirgen Ali, her zaman mazlumdan yana, garibandan yana yiğit bir kişidir. Ben Dirgen Ali’nin adını çok duymuştum ancak, detaylı bir bilgiye sahip değildim. Zira kahramanlar, menkıbeleşir, destanlaştırılır, başka-başka anlatılır. Dirgen Ali hakkında tek yazılı eser, Sıddık Hoca’nın kitabı olmuştur. Kendisini ayrıca kutlamak gerekir.
“Dirgen Ali” kitabını değerlendirmeden önce; kitabın konusunu kısaca özetlemek gerekir;
Bilgiyi taşıyan en önemli vasıta yazıdır, arşivdir, koleksiyondur. kaset kayıdıdır.
Otuz yıllık bir videom var. Evdeki en eski yararlı eşyamdır. Onu yirmi defa tamir ettiğimi biliyorum. Ondan ayrılmayı hiçbir zaman düşünmedim.
Televizyonun olumsuzluklarından bahsedilir Televizyonlarda düşündürücü yararlı programlar da yapılır.Bu yapımlardan bazıları binbir zahmete katlanarak çekilir. Eğer bu programlar kaydedilmiyorsa etkisi birkaç gün sonra kaybolup gider. Onca zahmet onca masraf boşa akar. İnsanın buna bakıp üzülmemesi elde mi? Bir bilgiyi öğrenmenin, hafıza da tutmanın en güzel yolu tekrar etmekten geçiyor.
Şuanda Malatya’da bir depoda günlük aldığım gazeteler paketlenmiş hali ile duruyor; onları atmaya kıyamıyorum. Bazen gidip rasgele birini çekiyorum. Nefis bir edebiyat yazısı karşıma çıkıyor. Başlıyorum düşünmeye Acaba bu yazı kitaplaşmış mı? birileri bu yazıyı tekrar okuyacak mı? Bu makalenin yazarı bu yazıyı kimbilir ne büyük enerjiler harcayarak yazmış. Geçmişteki birikimlerini tecrübelerini yazıya aktarmış. Bu yazınının unutulmaması kitaplaşması lazım.
Hani şu Rızgarlı Osman Ağa hikâyesi var ya; Osman Ağa'nın üç oğlu vardır. Her bir savaş için padişahın selamıyla bir oğlunu asker verir. Ne yazık ki akabinde çocuklarının şahadet haberini alır. Yine öyle bir savaş için üçüncü oğlunu askere almaya gelenlere; "Söyleyin padişaha benim sülmüme güvenerek ona buna savaş açmasın, çünkü gayri verecek evlat kalmadı."der.
Fahrettin Paşa'nın Yemen müdafaasını bilmeyen yoktur. İmparatorluğun kolu_kanadı budanırken, direnenlerden biri de bu paşadır. Devletin 30 Ekim 1918 tarihi itibariyle yenik sayıldığı, dolayısıyla ordularının terhis edildiği talihsiz bir dönemde dahi 1916 dan 1919 yılına kadar, merkezi otoritenin emrine karşı bile direnerek Medine'yi savunduğu bilinmektedir. Denilir ki, silah bırakıp teslim olun emrini getiren bir subayı gözaltına aldırarak haberin yayılmasını engellemiştir. Emrindeki subayların olayı öğrenerek kendisine başkaldırması üzerine, silahını ve sancağını Ravza-ı mutahhara’da ancak Resul'üne teslim etmiştir. Böylece tam 400 yıldır kutsal bölgelerin hâkimi olan Türk hakimiyetine, Lavrens'lerin ve işbirlikçi Şerif Hüseyin'lerin karşı çalışmalarıyla hâkimiyetine son vermiştir.
Hukuk fakültesinde profesörlük yapmış, yani ilmi kariyerini belgelemiş birisi, insanlığın geçmişinin tam olarak tarihini verir, Ademden bu yana 7.600 yıl geçmiştir diye kesin ifade kullanırsa ne olur?(*)
Cevabını ben vereyim; hiçbirşey olmaz. Yani okurundan ‘sen bunu nereden biliyorsun?’ diye tepki gelmez. Meraklılar başına üşüşüp, yüzyıllardır araştırılan birşeyi nasıl ortaya çıkardığını anlamak için profesörün etrafını kuşatmaz. Gazete editörleri, ‘vay canına! bunu nasıl keşfettiniz, ilmi dayanağı var mı?’ diye önemli bir problemi çözmüş olmanın heyacanını duyarak çevresinde birikmezler. En hafifi bunun gibi birçok iddia dillendirilir, dinleyici ve okur da bulur. Mesele inanıp inanmama noktasında kalır. Birbirinden farklı inançları edinenler birbiriyle çatışırlar; harpler çıkar. Bu işler de böyle sürüp gider. ‘Bunun bir çözüm yolu olmalı!’ diyen küçük azınlığın sesi hiç duyulmadan...
Ünlü romancı Dostoyevski’nin asıl mesleğinin Mühendislik olduğunu öğrendiğimde hem şaşırmış, hem sevinmiştim. Romanlarını beğeniyle okuduğum bu ünlü yazarla meslektaş olmak, yazma konusundaki tereddütlerimi gidererek cesaretlendirmişti. İnsanların kendi alanlarının dışındaki konularda da hayli; hatta daha başarılı olabildiklerini sonradan öğrenecektim. Mesela dünyaca ünlü bir spor ayakkabı üreticisinin yüksek satış rakamlarına ulaşmasındaki en önemli etken, kendine özgü taban profili geliştirmesinden kaynaklanıyordu. Bu; evinde kullandığı tost makinasından esinlenen firma sahibinin eşinin fikriydi.
Sait Abi ile bir zamanlar Malatya'da yayın yapan Sena TV adına söyleşi yaptık. Yaptığım en doğru hareket bu söyleşilerin kayıtlarını saklı tutmamdır. Bu çalışmalarımı televizyonun stüdyosunda veya evindeki kütüphanesinde yaptık. Mahalli radyo ve TV'lerin yaygınlaşması iyi oldu. Çünkü Sait Abi kamuoyunun bileceği hususlardaki suallere mutlaka yazılı cevap verirdi. Bu da onun halk tarafından yeterince tanınmamasına neden olurdu.
1994 yılının bir ekim günü yaptığım söyleşide onu bir fikir işçisi olarak tanıtmışım. Hekimoğlu İsmail'in onun hakkındaki yazısını kütüphanedeki görüntüleri vererek okumuşum. Verdiği cevaplar hala güncelliğini koruyor:
Nükleer çember: ABD İran’a 6 ülke ile cevap veriyor!
Artık ABD, İran’ı vurmakla tehdit etmeyebilir. Çünkü Washington yönetimi İran'ı nükleer çembere alıyor. Tahran'ın nükleer çalışmalarını önleyemeyen ABD, 6 Arap ülkesini nükleer programa itiyor.
Amerika’nın Sesi sitesinde verilen habere göre Körfez İşbirliği Konseyi üyesi altı Arap devleti, barışçı amaçlı ortak nükleer program geliştirmeyi planladıklarını açıkladı. Altı devleti temsilen yapılan Konsey açıklamasında, bölgenin uluslararası standartlar çerçevesinde nükleer teknoloji edinme hakkına sahip olduğu vurgulandı. Konseyin Suudi Arabistan’da iki gün süren toplantısının sonunda, ortak nükleer enerji programı geliştirilmesi konusunda çalışma başlatma kararı da aldı. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el Faysal, programın bir tehdit içermediğini ve geliştirme çalışmalarının herkese açık şekilde yürütüleceğini bildirdi. Bu arada Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkeler, İran’ın nükleer krizinin barışçı yollardan çözülmesi ve İsrail’in de, nükleer tesisleri konusunda uluslararası örgütlerle işbirliğine gitmesi çağrısında bulundu. 1981 yılında kurulan Körfez İşbirliği Konseyi, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahran, Katar, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden oluşuyor. Arap ülkelerin nükleer program çalışması başlatacak olması ABD’nin İran’a karşı aldığı “diplomatik bir önlem” olarak değerlendiriliyor. İran’ın nükleer programına karşı çıkan ABD’nin geçtiğimiz ay Hindistan ile yaptığı nükleer anlaşma hatırlandığında bu pek de olasılık dışı değil. Peki, bölgede nükleer gücü olan tek ülke olarak kabul edilen İsrail, Arap ülkelerinin bu kararını nasıl karşılacayak? ABD’nin en büyük ikileminin bu olduğu belirtiliyor. Diğer yandan, bölgede nükleer teknolojinin yayılmasının Türkiye’nin arayışlarını hızlandıracağı ifade ediliyor. 11 Aralık 2006
Doğu - Batı ayırımı ve Batı’dan gözlemler konusunda Selami Çekmegil’in sohbetinden fazlasıyla istifade ettim. Kendisine yazıyla teşekkür etmeyi daha doğru buluyorum. İnşallah bu yazıyı okuyan her okuyucu Selami beyin fikirlerinden istifade eder ve doğu- batı mukayesesini doğru yapar.
Dededen ve babadan birikimli Selami bey; Selçuklu Vakfının başkanı sayın Turan Güven’in yenilerde yayınladığı “İnsan Gelecekte Yaşar” kitabının başında yer alan “Özgürlüğümün Sınırları Allah’ın Ölçüleridir” ifadesinden yola çıkarak Batıda olsun Doğuda olsun insana yakışanın kendini bir başka insanla tanımlamak yerine fikriyatını tüm insanlığı kapsayan gücün sahibi Allah’a irca etmesi olacağını belirterek başladı söze.
NAYLONDAN KİMLİKLER Necmettin EVCİ İzah edilebilir, sahici kimliklerin mi sahibiyiz? Yoksa; siyasi hesaplar, hesaplaşmalar içinde kimlik yanılsaması mı yaşandı, yaşanıyor? Kimliğimizi korumak, değişime kapalı olmayı mı gerekli kılar? Yaşanan gelişmeler bu ve benzer soruları düşünce gündeminin tam orta yerine getirip bırakınca kimlik üzerine genel bir ayrıştırma yapmak kaçınılmaz oldu. 28 Şubat’ın soğuk, sıkıntılı, sarsıntılı günlerini yaşıyorduk. Araştırma görevlisi ve akademisyenlerden oluşan bir grubun periyodik sohbet toplantılarına konuşmacı olarak davet edilmiştim. Bu dostlara ne anlatabilirim diye düşündüm. Doğrusu her darbeden sonra insanımızda ciddi kimlik kayması, çatlaması, olmuştur. Ödenen bedeller yanında içe kritik bakışlarla kendimizi gözden geçirmek bakımından bu kimlik tartışmaları, aidiyet ve istikametimizi yeniden sorgulamayı başlatması yönüyle faydasız olmuş da değildir. Son tahlilde kendimizi kaygan, kırılgan hatta savunduğumuzu sandığımız değerlere çelişik zeminlerde inşa etmeye çalıştığımızı anlamışızdır örneğin. Darbe ortamları bir yanıyla rahat düşünme alanlarımızı daraltırken diğer yanıyla da düşünsel arayışları hızlandırmış, çeşitlendirmiştir. Bu dar alanın eleştirel tecrübesiyle bile ulusal kimliğimizi bulmaya çalışırken; yapay ideolojik ayırımların, yapay yapılanmanın ölümcül anaforu dışında kalma gerekliliği gün gibi ortaya çıkmıştır. Bunlara ilaveten beni konuk eden araştırmacı dostlarla ‘ulusal kimliğimiz’ üzerine düşüncelerimi paylaşmayı tasarlamıştım