MEHMED AKÄ°F Ä°SLAMCILIÄžI SONRASINDA BÜYÜK DOÄžU VE DÄ°RÄ°LÄ°Åž Metin Önal MengüÅŸoÄŸlu/Umran Dergisi Meselemizi oluÅŸturan bu üç anahtar kavram üzerinde kanaatlerimizi paylaÅŸmaya geçmeden evvel yaÅŸadığımız dönemde Müslüman dünyanın ahvali hakkında kısa bir özeti hatırlamak, dilimizi sanki daha anlaşılabilir kılacaktır. Asırlar boyunca Müslüman dünyanın muhafazakâr kesimi tarafından “akıl taraftarı” olarak gösterilen Batı dünyasının, bizzat Ä°slâm âlemi hakkındaki gerek düÅŸünce gerekse de gizli açık emelleri, onların ne ölçüde akıllı(!) olduklarının, akla ne ölçüde dayandıklarının en mühim göstergesi sayılmalıdır.
ABD baÅŸkanı Obama’nın Suriye’deki katliamlar hususunda, “kimyasal silah kullanımı bizim kırmızı çizgimizdir” dedikten sonra ortaya çıkan vakıayı savaÅŸ sebebi sayıyor görünmesi ne ölçüde akıllıca bir tutumdur? Yüz bine yakın insanın öldüÄŸü, bir milyon kiÅŸinin muhaceret yaÅŸadığı, yirmi milyon nüfuslu bir memlekette nüfusun beÅŸte birini teÅŸkil eden tam beÅŸ milyon Suriyelinin evlerini barklarını terk ettiÄŸi hatırlanırsa, kimyasal silahla öldürülmüÅŸ ortalama bin beÅŸ yüz kiÅŸiden sonra katliamı durdurmak için harekete geçilebilir denilmesindeki akıl tutulmasını, hala Batı Aklı diye anlayabilenler kalmış mıdır? Ä°ÅŸte tam burada bizim, meselenin en kritik noktası olarak gördüÄŸümüz ÅŸey, Ä°slamcılık cereyanının, asırlar boyunca kendilerini akıllı(!) Batı karşısında Gönül taraftarı olarak gören DoÄŸulu muhafazakârlara karşı bir Akıl hareketi ÅŸeklinde doÄŸduÄŸunu görmeye davettir. Evet, ÅŸurası da tuhaftır ki Ä°slâm memleketinde Ä°slâmcılık gibi bir cereyan esasen akla ziyan olmalıydı. Ne var ki öylesine acıklı neticeler doÄŸmuÅŸ ve doÄŸunun kimi münevver zihinlerini meÅŸgul etmiÅŸtir ki, çareyi böylesine tuhaf bir hareketi baÅŸlatmakta bulmuÅŸlardır. Çünkü geleneksel manada Ä°slâm memleketlerindeki Müslümanların kendi iman manzumelerine baÄŸlılıkları, maalesef akıl yönünde deÄŸil her ne demekse gönül yönünde gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu sebeple aÅŸk ve tutkuyla baÄŸlılıklar bir süre sonra tamamıyla bir asabiyete dönüÅŸmekte, imanın dinamik ruhundan uzaklaÅŸmaktadır. Hep Müslümanların Son Siyasi Kalesi gibi görünen Osmanlı yıkılırken, gerek onu ve gerekse de bizzat kendi paçalarını kurtarmak maksadıyla doÄŸan, yığınla fikir cereyanı arasında, Ä°slâmcılık da anılmaktadır. Osmanlının altı asır süren hayatında ciddi bir etnik mozaik mevcut idi. Ne var ki gün yüzüne çıkmış, içtimai yeknesaklığı bozan farklı fikir cereyanları hatırlanmaz. En azından yıkılış dönemindeki kadar öne çıkan kurtuluÅŸ reçeteleri mevcut deÄŸildir. Ä°slâmcıların, öteki fikir cereyanları karşısında iddia ve tekliflerinin temel dayanağı neydi? Yine akıllı(!) Batının “Ä°slâm terakkiye manidir” iddiasını çürütmek ve Ä°slâm’ın sahih yüzünü hem kendi halklarına hem de batılılara göstermekti. GerektiÄŸinde geleneÄŸi de tenkit süzgecinden geçirerek Ä°slâm ile Müslümanlık arasında açılmış bulunan makası daraltmaya çalışmak idi. Cihat ruhunu canlandırarak, içtihat müessesesini yeniden harekete geçirip, düÅŸünce ufkunu ardına kadar açmaktı maksatları. En mühim davetleri elbette yeniden Ä°lahi Vahye dönmek, ilme dönmek, bazen mucize, bazen efsane ve esatir adı altında Müslümanların elini kolunu baÄŸlayan itikatların sorgulanmasına dönük bir çabaydı Ä°slâmcılık. Türkiye’deki son temsilcisi Mehmed Akif, bütün hayatı boyunca Müslümanları Kur’an’a davet ederken, herhalde çıldırmış deÄŸildi. Öyle ya; ne demekti Müslümanları Kur’an’a davet? Onlar zaten Kur’an ile iç içe bir hayat sürdürmüyorlar mıydı? Besbelli eÄŸer sürdürüyor olsalardı, ölümünden sonra aradan geçen yetmiÅŸ yedi sene zarfında yaÅŸananlar hala onu doÄŸrulayıp durur muydu? Hülasa Ä°slâmcılık cereyanı büyük ölçüde haklı ve doÄŸru iddiaları bulunan bir hareketti, zaten aradan geçen zaman da Müslümanlara bunu göstermiÅŸ olmalıdır. Ne var ki Mehmed Akif ile saÄŸlam bir üslup ve dayanaklara yaslanan Ä°slâmcılık onun arkasından sürmüÅŸ müdür? Bu soru, beraberinde Büyük DoÄŸu ve DiriliÅŸ hareketlerinin Akif’in dilindeki Ä°slâmcılık telakkisi ile alakası üzerinde düÅŸünmeye de bir davetiyedir aynı zamanda. Mehmed Akif bütün çırpınışlarına, mücadelesine raÄŸmen yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde Ä°slâmî bir nizamın tesisine imkân bulamamıştır. Hatta öyle ki Ä°slâm, bir süre sonra bu memlekette, resmi ağızlardan irtica yani gericilik olarak damgalanmış ve laiklik adlı bir canavarın pençelerine bırakılmıştır. Böylece 23 darbeleri ile beraber geleneksel bile olsa halkın itikadı, tarihi, dili ile kendisi arasına muazzam bir duvar örülmüÅŸ, bütün geçmiÅŸ baÄŸları ile irtibatı kopartılmıştır. Dil, din telakkisi, kılık kıyafet, kanun deÄŸiÅŸiklikleri ile cemiyeti akıllı(!) Batılılar seviyesine çıkartmaya çalışan darbeciler emellerine bir ölçüde ulaÅŸmışlardır. Necip Fazıl iÅŸte tam da tek parti zulmünün doruÄŸa eriÅŸtiÄŸi dönemde Büyük DoÄŸu adı altında yeni bir harekât baÅŸlatmıştır. Bohem hayattan kendince Ä°slâmî bir hayata geçtiÄŸi gözlenen sabık ÅŸair(!), düÅŸünce ve iddialarını derleyip toparladığı Ä°deolocya Örgüsü baÅŸlıklı en önemli eserinde yepyeni tekliflerle karşımızdadır. Büyük DoÄŸu harekâtı ilk nazarda elbette Ä°slâmcı bir cereyan olarak ortaya çıkmıştır. Ne var ki kendisinden bir kuÅŸak öncesine kadar süren Ä°slâmcı cereyanların bir devamı gibi de görünmemektedir. Mesela Necip Fazıl Mehmed Akif’i yalnızca ÅŸiiri bakımından deÄŸil, açıkça Ä°slâmî fikirleri bakımından da kıyasıya eleÅŸtirmekten geri durmamıştır. Bu sebepledir ki Ä°slâmcılık, Büyük DoÄŸu ve hatta DiriliÅŸ hareketleri arasındaki baÄŸ ve kopukluklar üzerinde ciddi dikkatlere ihtiyaç hâsıl olmuÅŸtur. 19 ve 20. Yüzyılın başındaki Ä°slâmcıların teklifleri ile Büyük DoÄŸu veya Ä°deolocya Örgüsü adlı eserin teklifleri arasında sadece bir rozet kadar alaka kalmıştır. Zira ilk Ä°slâmcılar Kur’an’a dönüÅŸ fikrini temel alırken, Ä°deolocya Örgüsü belki biraz da dönemin siyasal cereyanlarının tesiri ile neredeyse Ergenekon’a iÅŸaret etmektedir. Orta Asya bozkırlarındaki Bozkurtları Anadolu yaylalarına indirerek felsefesini geliÅŸtiren Büyük DoÄŸu için Ä°slâm, Allah ile kulları arasındaki Veliler Ordusu, Tanrı Kulları’nın vekâletine ve ÅŸefaatine indirgenmiÅŸtir. Kur’an’a referans hemen hiç yokken, sıhhati tartışmalı üç beÅŸ mevzu hadis ile durum kurtarılmaya çalışılmıştır. Büyük DoÄŸu Ä°slâmcılığı, Nihal Atsız TürkçülüÄŸüyle yakın akraba, muhafazakâr Osmanlıcılık ile ise kan kardeÅŸidir. Ä°slâm milleti ÅŸuuru hiç hatırlanmamakta yahut uzak bir ihtimal olarak yedekte bulundurulmaktadır. Necip Fazıl elbette bir Ä°slâm âlimi deÄŸildi; olması da gerekmezdi. Lakin Türkiye dışında yetiÅŸmiÅŸ Müslüman âlim ve mütefekkirleri tahkir etmesi de gerekmezdi. Her ne hâl ise neticede Türkiye’de Kemalist ve laiklerin Müslüman ahali ile onların din ve tarihleri arasına ördükleri muazzam duvarda Büyük DoÄŸu, en azından bir gedik açmayı baÅŸarmıştır. (Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes/ Artık ey kahpe rüzgâr ne yandan esersen es!)Bundan cesaret alarak Müslümanlar Necip Fazıl’ın ifadesiyle “uyuzhane”ye dönmüÅŸ camilerinden çıkarak meydanlara, sinema perdelerine ve tiyatro sahnelerine ve de sokaklara doluÅŸmaya baÅŸlamışlardır. Elbet bu da küçümsenmeyecek bir geliÅŸmedir. Ve umulur ki Üstat Necip Fazıl için bir kefaret oluÅŸtursun. DiriliÅŸ mecmuasıyla, Necip Fazıl daha saÄŸ iken bayrağı göndere çeken Sezai Karakoç, baÅŸlangıçta neredeyse ilk Ä°slâmcıların takipçisi görünümündedir. Altmışlı senelerde Mısır’dan Seyyid Kutup, Türkiye’den M. Said Çekmegil’in yazılarına da yer vererek Kur’an’dan mülhem Ä°slâm Milleti fikriyatının savunucusu görünümündedir. Türkçe edebiyata adını beraber yazdırdığı Ä°kinci Yeni ÅŸairleri ile paylaÅŸtığı sanat anlayışı, onu dünya görüÅŸünden, inancından kopartmamış tam aksine daha da kökleÅŸtirmiÅŸtir. Müslümanlar arasında yepyeni bir dil ve sesin sahibi olarak temayüz etmiÅŸtir. Hatta geleneksel Müslümanlarla kimi mistik düÅŸünceleri ortak olmasına raÄŸmen, kendisini kabul ettirmesi zaman almıştır. Öyle ki kullandığı dilden hareketle kimi muhafazakâr çevreler onu solcu bile zannetmiÅŸlerdir. Mehmed Akif, Sezai Karakoç tarafından Necip Fazıl’ın aksine neredeyse tamamıyla benimsenmiÅŸ hatta Akif hakkında bir küçük inceleme kitabı bile kaleme almıştır. Ancak o da Akif’in, Ä°slâm’ın son asırlardaki yenilikçileri, ıslahatçıları sayılan Afgani, Abduh gibi yabancı(!)larla alakasını eleÅŸtirmiÅŸtir. Akif’ten sonra, muhtevası olmasa da, Kur’an’ı isim olarak Türkçe edebiyatta en ziyade zikreden ÅŸair yine de Sezai Karakoç’tur. Müslümanları Kur’an’a davet eden ikinci ÅŸair odur. Sezai Karakoç ünü ve eserleri çoÄŸalıp, okunmaya baÅŸlandığını fark ettikçe bu sefer yeni bir pencere açarak medeniyet meselesini dert edinmeye baÅŸlamıştır. Özellikle düz yazılarında uzun boylu vurgularla bir Ä°slâm medeniyeti fikrini savunmaya baÅŸlamıştır. En ziyade de Batı’nın bir medeniyet oluÅŸturmadığına, asıl medeniyetin Ä°slâm ile kaim bulunduÄŸuna yaptığı vurgu elbette önemlidir. Önemlidir fakat o da hala bir Osmanlı hinterlandını diriltmek peÅŸindedir sanki. Cemiyetin düÅŸtüÄŸü yerden kalkacağı düÅŸüncesi onda ütopyaya dönüÅŸmüÅŸtür. Müslüman halklar arasındaki siyasi hudutları sun’i görmekte, bunların bir gün kalkacağını hayal etmektedir. Esasen ne ilayı kelimetullah ne de devleti ebed müddet gibi fehvaların gerçekleÅŸmesi için her ÅŸeyi mubah görmek meÅŸrudur. MeÅŸru bir emele ancak meÅŸru yollarla gidilmelidir. Cemiyetin genetik alt yapısında zaten mevcut bulunan ecdatçılık (ataların dinine tabiiyet) DiriliÅŸ meÅŸrebinde de sürüp gitmektedir maalesef bir ölçüde de olsa. Her ne kadar “Her evde Kutsal Kitaplar asılıydı/ Okuyan kimseyi göremedim” gibi mısralar kaleme almışsa da, DiriliÅŸ düÅŸüncesinde de eleÅŸtiriye tabi tutulmamış kültürel ve geleneksel veriler Kur’an ile beraber karma bir ÅŸekilde benimsenmiÅŸ görünmektedir. Ölümden sonra diriliÅŸ, peygamberler (kardeÅŸim Ä°brahim) namaz, oruç, Hızır, Meryem, Tufan, Yunus, Balina, Åžam, BaÄŸdat, Füsus, Ä°bn-i Arabî, Mesnevi ve Åžeyh Galip Sezai Karakoç’un asla vazgeçemeyeceÄŸi kültür ve medeniyet unsurlarıdır. Sezai Karakoç bazen öylesine net bir tevhid dili kullanır ki, onu baÅŸlangıçtaki en çok da Mehmed Akif’te rastladığımız Ä°slâmcı telakkilere ortak oldu zannedersiniz: “Kim ki Tanrı’ya dayanmamakta Dayanmakta kendine Yakarız kendini de, kentini de Kim ki ortak olmuÅŸ yoksulun yarı ekmeÄŸine Kim ki Tanrı kullarına bakarsa yukardan Kartallarca iniÅŸimizi görür ansızın yukarlardan Kim ki sesini yükseltmek ister Tanrı sesinden Deriz, ey rüzgâr önündeki sinek, iÅŸte Basra Körfezi.” Tarihe ve geleneÄŸe bazen hafif dokundurmalar bulunsa da Sezai Karakoç neticede gelenekçi bir ekolün önderi sayılmalıdır. Bu bakımdan o da Necip Fazıl kadar köklü ÅŸekilde olmasa da geçmiÅŸ Ä°slâmcıların inkılâpçı bakışından ayrı bir yerde durmaktadır. Elbette Sezai Karakoç da tıpkı Necip Fazıl gibi Ä°slâm âlimi deÄŸildir. BildiÄŸi kadarıyla düÅŸünen bir ÅŸairdir. Varmayı arzuladığımız netice ÅŸudur ki Ä°slâmcılık cereyanının Türkçe düÅŸünen kültür dünyasındaki macerası aynı süreç üzerinde seyretmemiÅŸtir. Dalgalı bir geliÅŸim göstermiÅŸtir. BaÅŸlangıçta geleneksel Ä°slâm telakkisinin ana kaynaktan, Ä°lahi Vahiy’den kopukluÄŸu gerileme sebeplerinin başında sayılırken, Büyük DoÄŸu’dan DiriliÅŸ’e doÄŸru ilerleyen haliyle, yeniden geleneÄŸe yaslanma istikametinde ivme kaybetmiÅŸtir. Nitekim bu iki fikir hareketinin uzantısı ve talebesi sayacağımız Türkiye’de iktidara talip olan gerek Erbakan ve gerekse ErdoÄŸan hareketlerinin her ikisinde de, muhafazakâr görüntü, inkılâpçı ruhun önüne çıkmaktadır. Hakkını yemeyelim, yine de ErdoÄŸan iktidarının, Erbakan iktidarına göre, sözünü ettiÄŸimiz manada, birkaç adım önde yürüdüÄŸü teslim edilmelidir. Müslüman dünyadaki son geliÅŸmeler, akıllı zannedilen Batının ÅŸeytani heva ve hevesleri iyi okunursa görülecektir ki Allah’ın izniyle uyanış ve diriliÅŸ denildiÄŸinde, artık insanların hatırına hep Ä°slâm gelmektedir. Altmışlı yetmiÅŸli senelerin Marksist, Leninist, Maoist ideolojileri, yeni zamanlardaki liberal çıkışlar ömrünü tamamlamış görünmektedir. Ä°nsanlık düÅŸmanlarının korkulu rüyası (Ä°slâmofobia) neyse, geliÅŸen, ilerleyen hareket de odur. Türkiye’de yaÅŸayan ve Ä°slâmcılık gibi bir derdi olan insanlar, bahsi geçen macera bakımından nerede durduklarını, bugüne kadar nereye vardıklarını görebilmek için neye/ nereye bakmalıdırlar? Ä°slâmcılık deyince son iki asırda hemen ilk hatıra gelen isimler neden Mehmed Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi ÅŸairlerdir acaba? Nerede bu cemiyetin uleması? Onlar hangi medreselerindeki dar muhitlerinde kimseye görünmeden Araplardan bile daha ileri Arapça öÄŸreterek talebelerini hangi geleceÄŸe hazırlamaktadırlar? Bir ara sual olarak bu da hatırdan uzak tutulmamalıdır. Mehmed Akif bu cemiyet üzerinde büyük bir vazife görmüÅŸ, onlara Allah kelamını hatırlatmıştı. Araya Kemalist ideoloji ile bir fetret dönemi sıkıştı. Necip Fazıl ise bu cemiyete küçümsenmeyecek bir cesaret aşısı yaptı. DiriliÅŸ eksiÄŸi ve gediÄŸi ile asla atlanamayacak tarihi bir misyon sahibiydi. Åžimdi sıra daha sahih idraklerle beklenen inkılâbın, halkların hayatında birer ütopya veya rozet olmaktan çıkartılarak, herkesi kucaklayacak ve kurtaracak iman ve salih amel manzumesine dönüÅŸtürülmesine gelmiÅŸ gibi görünmektedir. Allah, en doÄŸrusunu bilir.
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |